KEHF 19 / 20 |
وَكَذَلِكَ
بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءلُوا
بَيْنَهُمْ
قَالَ
قَائِلٌ
مِّنْهُمْ
كَمْ
لَبِثْتُمْ
قَالُوا
لَبِثْنَا يَوْماً
أَوْ بَعْضَ
يَوْمٍ
قَالُوا
رَبُّكُمْ
أَعْلَمُ
بِمَا
لَبِثْتُمْ
فَابْعَثُوا أَحَدَكُم
بِوَرِقِكُمْ
هَذِهِ
إِلَى الْمَدِينَةِ
فَلْيَنظُرْ
أَيُّهَا
أَزْكَى طَعَاماً
فَلْيَأْتِكُم
بِرِزْقٍ
مِّنْهُ
وَلْيَتَلَطَّفْ
وَلَا
يُشْعِرَنَّ بِكُمْ
أَحَداً {19} إِنَّهُمْ
إِن
يَظْهَرُوا
عَلَيْكُمْ
يَرْجُمُوكُمْ أَوْ
يُعِيدُوكُمْ
فِي
مِلَّتِهِمْ
وَلَن تُفْلِحُوا
إِذاً
أَبَداً {20} |
19. İşte
böylece kendi aralarında soruştursunlar diye onları uyandırdık. Ardından
içlerinden biri: "Ne kadar kaldınız?" dedi. "Bir gün veya bir
günün birazı kaldık" dediler. Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı
Rabbiniz daha iyi bilendir. Şimdi siz, birinizi bu gümüş paranız ile şehre
gönderin de baksın; hangi yemeği daha temiz bulursa ondan size bir rızık
getirsin. Dikkatlice hareket etsin ve sakın sizi kimseye fark ettirmesin.
20.
"Çünkü onlar, sizi ele geçirirlerse sizi ya taşlarlar yahut kendi
dinlerine döndürürler. O takdirde ebediyen iflah olmazsınız."
"İşte böylece kendi
aralarında soruştursunlar diye onları uyandırdık" buyruğundaki;
"Uyandırmak"; hareketsiz iken harekete getirmek anlamındadır.
Buyruğun anlamı da şöyledir: Biz, onları uyuttuğumuz, hidayetlerini
artırdığımız ve uykudayken evirip çevirdiğimiz gibi onları uyandırdık da. Yani,
onları daha önceki elbiselerinde ve eski hallerinde herhangi bir değişiklik
olmaksızın uykularından uyandırdık. Şair, şöyle demektedir: "Ve seher
vaktinde uyandırdığım; hepsi birlikte ama, kimisi henüz yeni sarhoş olmuş,
Kimisi el yordamıyla önünü görmeye çalışır halde kalkan samimi genç arkadaşlar
... "
Yüce Allah'ın:
"Kendi aralarında soruştursunlar diye" buyruğundaki "lam"
lam-ı sayrura (oluş) lam'ı diye bilinir. "Akıbet lam"ı ile aynı
şeydir. Yani, bu noktaya varsınlar diye bir anlam ifade eder. Yüce Allah'ın:
"Çünkü sonunda onlara bir düşman, bir tasa olacaktır" (el-Kasas, 8)
buyruğundaki "lam" da böyledir.
O halde onların
uykularından uyandırılmaları birbirlerine soruştursunlar diye olmamıştı.
Yüce Allah'ın: "Bir
gün veya bir günün birazı kaldık, dediler" buyruğuna gelince, onların böyle
demelerine sebep, sabah öğleden önce mağaraya girmeleri, Yüce Allah'ın da
onları gündüzün son saatlerinde uyandırmış olmasıdır. O bakımdan onların
başkanları Yemliha veya Mekselmina: Uyuduğumuz süreyi en iyi bilen Allah'dır,
diye cevap verdi.
[ - ]
Yüce Allah'ın:
"Şimdi siz, birinizi bu gümüş paranız ile şehre gönderin ... "
buyruğuna dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:
1- Paralarıyla Birilerini Göndermeleri:
2- Alınmasını istedikleri Yiyecek ve
Dikkatli Davranma istekleri:
3- Vekalet ve Sıhhati:
4- Vekalet Akdinın Mahiyeti ve
Delilleri:
5- Vekaletin Caiz Olduğu Alanlar:
6- Mazereti Olanlarla Olmayanların
Vekil Tayin Etmesi:
7- Ayet, Ortaklığın da Caiz Oluşuna
Delildir:
1- Paralarıyla
Birilerini Göndermeleri:
İbn Abbas dedi ki:
Onların ellerindeki paraları bahar mevsiminde doğan deve yavrusunun ayak
tabanını andırıyordu. İbn Abbas'ın bu sözünü en-Nehhas nakletmektedir.
İbn Kesir, Nafi, İbn
Amir, el-Kisai ve Asım'dan rivayetle Hafs, "Gümüş paranız ile"
kelimesini "re" harfini esreli olarak okumuşlardır. Ebu Amr, Hamza ve
Asım'dan rivayetle Ebu Bekir ise bu kelimeyi "ra" harfini sakin
olarak okumuşlar ve ağırlığı dolayısıyla esreyi hazf etmişlerdir. Bu iki
okuyuş, iki ayrı söyleyiştir. ez-Zeccac ise bu kelimeyi "vav" harfini
esreli, "ra" harfini de sakin olarak okumuştur.
Onların aç olarak
uyandıkları ve yiyecek almak üzere gönderdikleri kişinin Yemliha olduğu da
söylenmiştir ki, el-Gaznevi'nin naklettiğine göre bu, yaşça en küçükleri idi.
Şehir ise, üfsus (Efes) şehridir. Tarsus olduğu da söylenmiştir. Bunun,
cahiliye döneminde adı da üfsus idi. İslam gelince oraya Tarsus adını
vermişlerdir.
İbn Abbas dedi ki:
Bunlarla birlikte kendi çağlarında bulunan kıralın resmini taşıyan dirhemler
vardı.
2- Alınmasını
istedikleri Yiyecek ve Dikkatli Davranma istekleri:
Yüce Allah'ın:
"Baksın, hangi yemeği daha temiz bulursa ... " buyruğunu İbn Abbas,
hangi hayvanın kesim itibariyle daha helal olduğuna baksın, diye açıklamıştır.
Çünkü onların yaşadıkları şehrin ahalisi, bir put adına hayvanlarını
kesiyorlardı. Aralarında imanlarını gizleyen bir topluluk vardı. İbn Abbas:
genel olarak şehir halkı mecusi idi, demektedir.
"Hangi yemeği daha
temiz bulursa" ifadesinin, daha bir bereketli olduğunu görürse anlamında
olduğu da söylenmiştir. Yine denildiğine göre arkadaşları, gönderdikleri
kimseye, kimse onları farketmesin diye iki ya da üç kişilik bir yiyecek diye
zannedilecek, ancak pişirilmesi halinde de bir topluluğa yetecek kadar bir
miktar almasını istediler. Bundan dolayı alınan bu yiyeceğin pirinç olduğu
söylenmiştir. Kuru üzüm olduğu, hurma olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
"Daha temiz"
ifadesinin, daha hoş anlamında olduğu söylendiği gibi, daha ucuz anlamında
kullanıldığı da söylenmiştir.
"Ondan size bir
rızık" sizin için bir gıda "getirsin, dikkatlice hareket etsin."
Yani, şehre girişinde ve yiyeceği satın alışında gereken dikkati göstersin
"ve sakın sizi kimseye farkettirmesin" kimseye durumunuzu haber
vermesin.
Şöyle de denilmiştir:
Eğer o, farkedilecek olursa, hiç bir zaman diğer kardeşlerini içine düştüğü bu
zor duruma düşürmesin.
"Çünkü onlar sizi
ele geçirirlerse, sizi ya taşlarlar ... " ez-Zeccac dedi ki:
Yani size taş atarlar,
sizi taşa tutarlar. Ki, bu öldürme şekillerinin en kötüsüdür. Bu ifade, size
söver sayarlar, tahkir ederler diye de açıklanmış ise de, birinci açıklama
şekli daha sahihtir. Çünkü onların kıssaları ile ilgili daha önceden geçen
açıklamalardan da anlaşıldığına göre onların öldürülmeleri isteniyordu. Taşa tutmak
ise geçmiş dönemlerde, -yine bundan önce açıklandığı üzere- insanların
dinlerine muhalefet etmenin bir cezası idi. Çünkü böyle bir cezalandırma,
hepsinin ortaklaşa bu cezalandırmaya katılmaları açısından, bütün o din
mensuplarını daha bir rahatlatıcı idi.
3- Vekalet ve Sıhhati:
Aralarından birisinin
gümüş para ile gönderilmesi, vekalete ve vekaletin sıhhatine bir delildir. Ali
b. Ebi Talib (r.a) da kardeşi Akil'i, Osman (r.a) nezdinde ve kil tayin
etmişti.
Genel olarak vekaletin
sıhhati hususunda herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Vekalet,
cahiliye döneminde de, İslam geldikten sonra da bilinen bir uygulamadır.
Nitekim, Abdurrahman b. Avf da, Umeyye b. Halef'i Mekke'de bulunan aile halkı
ve diğer yakınları üzerine vekil bırakmıştı. Yani, onları korumalarını
istemişti. Umeyye de o sırada müşrik idi. Buna karşılık Abdurrahman b. Avf da
Umeyye'ye bu yaptıklarına misliyle bir mükafat olmak üzere Medine'de bulunan
yakınlarını korumayı tekeffül etmişti. Buhari, Abdurrahman b. Avf'dan şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Umeyye b. Halef ile Mekke'de bulunan aile halkım
ve yakınlarımı (sağiye) koruması, benim de onun Medine'de bulunan yakınlarını
korumam üzere bir belge düzenledik. Ben, adımı (Abdur)Rahman diye sözkonusu
edince, o: Ben Rahman diye bir kimse tanımıyorum. Benimle cahiliye dönemindeki
ismini zikrederek yazış, dedi. Ben de onunla Abdu Amr diye yazıştım ... diyerek
hadisin geri kalan bölümünü zikretti.
el-Esmai dedi ki:
"Kişinin aile halkı ve yakınları, kişiye meyleden, onun yanına gelen kimseler"
demektir. Bu kelime, meyletmek anlamındaki; (...) fiilinden alınmadır. Bir şeye
meyleden veya onunla birlikte bulunan her şey hakkında bu fiil kullanılır. Bu
açıklamalar onun ''Kitabu'I-Efal" adlı eserinden nakledilmiştir.
4- Vekalet Akdinın Mahiyeti
ve Delilleri:
Vekalet, bir naiblik
akdidir. Şanı Yüce Allah, bu akde duyulan ihtiyaç ve bu akid sayesinde bir
takım masIahatlar gerçekleşeceğinden dolayı izin vermiştir. Çünkü herkesin bütün
işlerini başkasının yardımı olmadan veya rahatlıkla kendiliğinden yerine
getirme imkanı bulunmaz. O bakımdan kişi bu işleri için kendisini rahatlatacak
kimseleri vekil tayin eder.
İlim adamlarımız,
vekaletin sıhhatine Kitab-ı Kerimden bir takım ayetleri delil göstermişlerdir.
Bu ayetlerden birisi, açıklamakta olduğumuz ayet-i kerime ile, Yüce Allah'ın:
''... Onu (zekatı) toplamaklagörevlendirilenlere .. " (et-Tevbe, 60);
''Şugömleğimigötürün de ... "(Yusuf, 93) buyruklarını delil göstermişlerdir.
Sünnet-i seniyeden buna delil teşkil edecek hadisler pek çoktur. Bunlardan
birisi Uıve el-Barikl yoluyla rivayet edilen hadistir ki, bu hadis daha önceden
el-En'am Suresi tefsirinin sonlarında (164. ayet, 2. başlıkta) geçmiş
bulunmaktadır.
Cabir b. Abdullah
rivayetle dedi ki: Hayber'e çıkmak istedim. Resulullah (s.a.v.)'ın yanına varıp
ona şöyle dedim: Ben, Hayber'e çıkmak istiyorum. Bana şöyle dedi: "Benim
oradaki vekilimin yanına varırsan, sen ondan onbeş vesk (hurma) aL. Senden buna
dair (bu tahsilatı yapabilme yetkisine sahip olduğuna dair) bir alamet
isteyecek olursa, sen de elini onun gırtlağının üzerine koy!" Bu hadisi de
Ebu Davud rivayet etmiştir.
Bu anlamdaki hadisler
pek çoktur. Diğer taraftan ümmetin bu akdin caiz oluşu üzerinde icma' etmesi de
yeterli bir delildir.
5- Vekaletin Caiz
Olduğu Alanlar:
Vekalet, niyabeten
(vekalet yoluyla) yerine getirilmesi caiz olan bütün haklarda caizdir. O
bakımdan gasıp (gasbettiği mal hususunda) birisine vekalet verecek olsa bu caiz
olmaz. Kendisi vekil durumunda olur. Çünkü yapılması haram olan bütün işlerde
de vekalet caiz olmaz.
6- Mazereti Olanlarla
Olmayanların Vekil Tayin Etmesi:
Bu ayet-i kerimede
oldukça güzel bir müjde vardır. O da şudur: Onların aralarından birisini vekil tayin
etmeleri, kendilerine bir zarar gelir korkusuyla herhangi bir kimsenin
varlıklarını farketmesi korkusu dolayısıyla takiye ile birlikte sözkonusu
olmuştu.
Mazeret sahibi olan
kimselerin, başkalarını vekil tayin etmelerinin caiz olduğu ittifakla kabul
edilmiştir. Mazereti bulunmayan kimsenin başkasını vekil tayin etmesine
gelince, cumhur böyle bir vekaletin caiz olacağını kabul etmiştir. Ebu Hanife
ve Suhnun ise caiz değildir, demişlerdir. İbnu'l-Arabi der ki: Suhnun, bu
görüşünü Esed b. el-Furat'tan almış ve hakimliği döneminde buna göre hüküm
vermiş gibi görünüyor. O, belki de bunu zulüm ve zorba kimselere karşı,
onlardaki hakları almak ve onları zelil etmek için yapıyordu ki, bu da hakkın
kendisidir. Çünkü vekalet bir yardım ve destektir. Batıl ehli kimselere ise
yardım ve destek olunmaz.
Derim ki: Bu, güzel bir
açıklamadır. Din ve fazilet sahibi olan kimseler, fiilen hazır bulunsalar ve o
işlerini görebilecek sağlığa sahip olsalar dahi başkalarını ve kil tayin
edebilirler. Hazır bulunan ve sağlıklı olan kimsenin başkasını vekil tayin
etmesinin caiz ve sahih oluşunun delili, Buharı, Müslim ve başkalarının, Ebu
Hureyre'den naklettikleri şu rivayettir: Ebu Hureyre dedi ki:
Bir kimsenin Peygamber
(s.a.v.)'da belli yaşta bir deve alacağı vardı. Hz. Peygamberin yanına gelerek
bu devesini ödemesini istedi. Hz. Peygamber de: "Bunun istediği hakkını
veriniz" diye buyurdu. Onun hakkı olan yaştaki deveyi aramakla birlikte
bulamadılar. Ancak, yaşça ondan daha büyük deve bulabildiler. Hz. Peygamber
yine: "Onu veriniz" diye buyurdu. Adam şöyle dedi: Sen, bana hakkımı
tas tamam verdin. Allah da sana tastamam ihsan etsin, dedi. Bunun üzerine Hz.
Peygamber şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki, sizin en hayırlınız borcunu en
güzel şekilde ödeyeninizdir. " Lafız Buharı'ye aittir.
İşte bu hadis, sahih
olmakla birlikte ayrıca hazır bulunan ve bedenen sağlıklı bir kimsenin
başkasını vekil tayin etmesinin caiz olduğuna delildir. Çünkü Peygamber
(s.a.v.) ashabına, kendisine vekaleten borcu olan yaştaki deveyi vermelerini
emretmişti. İşte bu, onun bu konuda onlara verdiği bir vekalettir. Peygamber
(s.a.v.) hasta da değildi, yolculukta da bulunmuyordu. Bu ise, Ebu Hanife ile
Suhnun'un: Hazır bulunan ve bedenen sağlıklı olan bir kimsenin, ondan davacı
olan kişinin rızası müstesna başkasını vekil tayin etmesi caiz değildir,
şeklindeki görüşlerini reddetmektedir. Çünkü bu hadis, onların bu konudaki
görüşlerine muhaliftir.
7- Ayet, Ortaklığın da
Caiz Oluşuna Delildir:
İbn Huveyzimendad der
ki: Bu ayet-i kerime, ortaklığın caiz olduğu hükmünü de ihtiva etmektedir.
Çünkü (sözü edilen) gümüş para, hepsine ait idi. Aynı şekilde ayet, vekaletin
caiz olduğu hükmünü de ihtiva eder. Çünkü onlar aralarından birisini göndermiş
ve yiyecek satın almak üzere onu vekil tayin etmişlerdi. Arkadaşların birlikte
yemek yemeleri ve yiyeceklerini birlikte karıştırmalarının caiz olduğu hükmünü
de ihtiva eder. Biri diğerinden daha çok yese bile. Daha önceden el-Bakara
Suresi'nde (220. ayet, 6. başlıkta) geçtiği üzere Yüce Allah'ın: "Şayet
onlarla bir arada yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir"(el-Bakara, 220)
buyruğu da buna benzemektedir. Bundan dolayı bizim mezhebimize mensup ilim
adamları, kendisine sadaka verilen ve bunu zengine ait bir yiyeceğe karıştırıp
onunla birlikte yiyen bir yoksulun bu davranışının caiz olduğunu
söylemişlerdir. Yine mezhebimiz alimleri, mudaraba yapan ortağın, kendisine ait
yemeği başkasının yemeğine karıştırıp o kimseyle birlikte yemesinin caiz
olduğunu da söylemişlerdir. Resulullah (s.a.v.) da kendisine kurbanlık almak
üzere ashabdan birisini vekil tayin etmiş bulunmaktadır.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Ayet-i kerimede buna dair bir delil yoktur. Çünkü onlardan her bir kişinin,
gönderdikleri şahsa başlı başına para vermiş olması ihtimali de vardır. O
takdirde o kişinin alışverişinde ortaklık sözkonusu olmaz. Yine bu konuda ancak
şu iki hadis dayanak teşkil etmektedir: Bunlardan birisine göre İbn Ömer, kuru
hurma yiyen bir topluluğun yanından geçmiş ve şöyle demiştir: Resulullah
(s.a.v.), bir kimsenin hurmaları ikişer ikişer yemesini, kardeşinin kendisine
izin vermesi hali müstesna nehyetmiştir. Diğeri ise, Ebu Ubeyde'nin
komutanlığındaki el-Habat seriyesine dair hadis-i şeriftir.
Ancak bu, konuya
delaleti bakımından birincisinden daha geridedir. Zira, Ebu Ubeyde'nin o
gazvede kendilerine gıda teşkil edecek şeyleri asgari ölçüde yetecek kadar
verme ve onları bunun için bir araya toplamama ihtimali de vardır.
Derim ki: Bu görüşün
aksine, Kitab-ı Kerimden delil teşkil eden buyruklar arasında Yüce Allah'ın:
"Şayet onlarla bir arada yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir"
(el-Bakara, 220) buyruğu ile; "Sizin için topluca veya ayrı ayrı yemenizde
de bir vebal yoktur"(en-Nur, 61) buyrukları da vardır. Yüce Allah'ın
izniyle ileride açıklaması gelecektir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN